Amma, Yazz, Dominique, Carole, Bummi, La Tisha, Shirley, Winsome, Penelope, Megan/Morgan, Hattie ve Grace. Britanyalı 12 siyah kadın. Adeta birbirinin içinden doğan 12 kurmaca ve bir o kadar gerçek karakter. Ait oldukları kuşaklar, köklerinin uzandığı ülkeler, sınıfları, cinsel yönelimleri, cinsiyet kimlikleri birbirinden farklı ya da bazen iç içe geçmiş 12 kadın. Yazarının tabiriyle ‘kuşaklararası bir anlatıda’, ‘Kız, Kadın, Öteki’de buluşuyorlar. 12 İngiliz siyah kadının birbirini kesen, çok sayıda kimliği ve toplumsal pozisyonu kapsayan, dibine kadar mücadele ve inat dolu; ırkçılık, taciz, şiddet, yoksulluk, ayrımcılık kadar güçlü irade, kadın dayanışması, kız kardeşlik duygusu ve aşkın her türlüsünü de içeren hem heybetli hem naif bir roman bu.
Kitabın yazarının ismini dünya gündemine getiren; geçen sene prestijli Booker Ödülü’nü alan (Ödülü Margaret Atwood ile paylaşmıştı) ilk siyah kadın yazar olması oldu. Booker’a -bir siyah kadın yazarı ‘görmeleri’ 50 sene sürdüğü için değil ama- kendisiyle tanışmamıza vesile oldukları için teşekkür borçluyuz. Bernardine Evaristo. 60 yaşında. İngiliz. Siyah. Feminist. Aktivist. ‘Kız, Kadın, Öteki’yle birlikte toplam sekiz kitaba imza attığı edebiyat yolculuğuyla aynı anda; siyah, queer, trans kadınların görünürlüğü için aktif bir mücadele yürütüyor. İngiltere’nin ilk siyah kadınlar tiyatro topluluğunu kurmak, siyah İngiliz yazını üzerine ilk konferansı düzenlemek de dahil olmak üzere öncüsü olduğu çalışmalar ve aldığı ödüller saymakla bitecek gibi değil.
Evaristo’nun yazım formuyla da farklı bir yerde duran romanı ‘Kız, Kadın, Öteki’ Ebru Kılıç’ın çevirisiyle Türkçede. Bernardine Evaristo ile bir telefon röportajında buluştuk.
Kitaptaki 12 kadın birbirlerinin içinden doğmuş gibi hissettim okurken. Ve bütünde hepsi bir araya gelip günümüz İngilteresinin çokkültürlü, çokrenkli, çok cinsiyetli, çok ırklı bir fotoğrafını oluşturuyor… Karakterlerinizin yaratım süreci nasıldı, en baştan nasıl kadınlar yazacağınızı biliyor muydunuz?
Süreç çok organik gelişti… Yazarken yeni karakterler birbirlerinin hikâyelerinden doğup romandaki yerlerini aldı. Misal Carole’un annesi Bummi, Carole’un çocukluğundan bahsedilen bir yerde girdi hikâyeye. Ve ardından Bummi’ye ayrı bir bölüm yazdım. Yazz mesela, Amma’nın bölümünde çıktı ve daha sonra ona da kendi bölümünü açtım… Başladığımda karakterlerin kimler olacağını ya da aralarındaki ilişkinin nasıl olacağını bilmiyordum. Hepsi aşama aşama belirdi.
Daha sonra diğer insanların hikâyelerinde ilginç karakterlere rastladıkça “Bu kuşaklararası bir kitap olacak ve bu farklı öykülerin geçmişine doğru bir keşif yapacağım” diye düşünmeye başladım. Bir noktada, tahminen romanın üçte ikisine geldiğimde, Londra dışında yaşayan karakterler de görmek istediğimi fark ettim. Bu kısmı bilinçli olarak bu şekilde yazmaya başladım. Ve bu karakterler ile daha önce belirenler arasında bağlar kurdum.
Bu 12 siyah kadın sınıfları, kökenleri, cinsel yönelimleri, kültürel geçmişleri, toplumsal statüleri açısından farklı kadınlar. Ama taciz deneyimi bir kısmında ortak nokta…
Evet, kitaptaki kadınların bir kısmı geçmişinde tacize uğruyor. Bunun arkasında, tacizin kadınların hayatının bir parçası olması fikri var. Öte yandan kitaptaki kadınların farklı cinsel deneyimleri var, erkeklerle de farklı ilişkileri var. Bu, trans gender karakterler de dahil olmak üzere pek çok farklı açıdan kadınlığa dair bir kitap. Anneler ve kızlara dair de bir kitap. Roman pek çok şey hakkında; farklı ırklar, gender, farklı cinsel yönelimler ama aynı zamanda farklı ilişki biçimleriyle de ilgili bir kitap bu.
Bazı karakterleriniz hayatlarının tüm zamanlarında aktivist olan kadınlar. Bu kitaba siyah, queer, trans kadınların toplumdaki görünürlüğünü artırma konusunda bir misyon yüklüyor musunuz?
Kesinlikle. Kitapta yapmacık, sembolik karakterler yok. 12 kadını yazarken, içlerinden biri de
queer olsun gibi sembolik bir bakışla yazmadım. Tüm bu karakterler öykünün birer parçası. Ve bu heteronormatif bir roman değil. Son derece kapsayıcı
queer hikâyeler anlatıyorum, bu İngiliz literatüründe sık görülen bir şey değil. Kitabın başarısının en zevkli yanı; insanların daha önce çok bilmedikleri bu siyah queer, trans kadınları görmesi, umursaması oldu.
BOOKER ALAN SON SİYAH KADIN OLMAK İSTEMİYORUM
Tam da buradan Booker Ödülü’ne geçersek, ödülün kişisel aktivizminize nasıl bir katkısı olduğundan bahseder misiniz? Ödülün 50 senelik tarihinde bir siyah kadına verilmesi konusunda son derece geç kalındığı kısmını da atlamadan elbette.
Evet, kesinlikle katkı sundu… Booker Ödülü’yle birlikte daha önce yazdığım yedi roman da daha fazla ilgi çekti. Ayrıca bence geç olan sadece, ödülün 50 yıllık tarihinde ilk defa bir siyah kadına verilmiş olması değil, bu benim kişisel tarihim için de geç bir ödül. Ödülü 60 yaşımda aldım. Bir edebiyat aktivisti olarak çok uzun süredir faal olan biriyim ama ödülle birlikte sesim, daha önce hiç olmadığı kadar duyulur hale geldi. Ödülün; kişisel olarak bana ve kitabıma kattıklarının ötesinde daha geniş bir anlamı daha olduğunu düşünüyorum. Bu tip büyük bir ödülün kendilerine uygun olmayacağını düşünen pek çok insanı da temsil etmiş oldu bu ödül. Kendimi sadece bu ödülü alan ilk siyah kadın olarak değil ama ödülü ileri yaşta almış bir siyah kadın olarak da görüyorum.
Toni Morrison Nobel’i 1993’te aldığından beri başka bir siyah kadına daha verilmedi ödül. Ben de Booker alan son siyah kadın olmak istemiyorum. Tüm çabam bu kültürün değişmesine yardımcı olmak için. Bir başka siyah kadının daha bu ödülü alması için 30 yıl beklememizin gerekmesi çok trajik olur… Ama hayır, sanmıyorum, böyle bir şey olmayacaktır, çünkü insanlar değişiyor.
Bernardine Evaristo / Fotoğraf: Jennie Scott
FEMİNİST HAREKET GENÇLEŞTİ, DÖNÜŞTÜ
Romanın genç karakterleri üzerinden sorayım; feminizmin geçen seneler içinde gençleşip çeşitlilik kazandığını düşünüyor musunuz?
Feminizm kesinlikle değişiyor. Bunda ‘Me too’ hareketinin de etkisi var. Feminist hareket 80’lerde, 90’larda hayatımıza iyice girdikten bir süre sonra feminist olmak istemeyen genç kadınların olduğu bir kuşakla karşılaştık. Uzun bir süre ‘feminist’ sözcüğünün kötü bir laf olduğu düşünüldü. ‘Me too’ hareketinin ve sosyal medyanın da etkisiyle kendilerini feminist olarak tanımlayan genç kadınları daha çok görür olduk. Bu genç kadınlar kendilerini ‘kesişimsel feministler’ olarak tanımlıyor. Bu da meselenin sadece kadın olmakla ilgili olmadığını; aynı zamanda işçi sınıfı olmakla, belki siyah olmakla, belki queer olmakla da ilgili olduğuna işaret ediyor. Bu genç aktivist kadınların benim kuşağımdan ve hatta tüm kuşaklardan çok daha kapsayıcı olduğunu düşünüyorum.
IRKÇILIK HEP VAR OLACAKTIR
Irkçılık konusunda ne düşünüyorsunuz? Yakın gelecekte arkaik bir meseleye dönüşür mü sizce yoksa işler daha da kötüye mi gider?
Irkçılığın ve cinsiyetçiliğin ortadan kaybolabileceğini düşünmüyorum. Bunlar sisteme dair ve toplumumuzu istila eden şeyler. Çoğunluğu beyaz olan ülkelerde siyahlara karşı ırkçılığın her zaman var olacağını düşünüyorum. Birkaç sene önce Brexit’le ve tüm o Brexit yanlısı retorikle birlikte birkaç adım geri gittiğimizi hissettim. Britanya’da uzun süredir kabul edilebilir olmayan bazı davranışlar birden, yeniden, kabul edilebilir hale geldi. İnsanlar çok daha ırkçı oldu.
Çok derinlerde bir yerde, bir tür kabile duygusu olan hükmetme ve üstünlük hissi yatıyor. İnsanların bu hissi bastırdığını ama demagoglar tarafından cesaretlendirildikleri anda açığa çıkardıklarını düşünüyorum. Bu dönemlerde kendimizi birden 1970’lere dönmüşüz gibi hissediyoruz. Ama hayır, 1970’lere asla dönmeyeceğiz. İki adım ileri, bir adım geri gidiyoruz. Ama mücadeleye devam etmek zorundayız. Ve tavrım, mücadelenin tadını çıkarmaktan yana; aksi şekilde davranıp neden acı çekelim ki? Bu zorlu görevin, toplumumuzu değiştirme mücadelemizin tadını çıkarmalıyız.
12 kadının çoğu hayatlarını ağır sınavlar vererek geçirmiş. Ama her birinin öyküsünü; onu umut dolu bir sahneye yerleştirerek tamamlamışsınız. Buradan umutlu bir aktivist olduğunuz çıkarımını yapmıştım. Şimdi ‘neşeyle mücadele etmek’ diyerek kafamı netlemiş oldunuz.
İnsanlardan ‘Kız, Kadın, Öteki’nin pandemi döneminde onları rahatlatan bir okuma sunduğu yorumunu çok sık aldım. Bu çok enteresan, zira kimseyi rahat hissettirmek için yazmıyorum. Ama insanlar işimi rahatlatıcı buluyorsa, bunda yazmanın içerdiği şefkat duygusunun etkisi olabilir. Karakterlerimin neden o insanlar olduklarını, yaptıkları şeyleri neden yaptıklarını anlamaya çalışan bir şefkat pozisyonu bu. Ayrıca olumlu düşünen biriyimdir, “Mücadelenin tadını çıkarın” dememin sebebi de bu.
‘Kız Kadın Öteki’de gramer kurallarını uygulayan bir metindense akışkan bir form kullanıyorsunuz… Bu tarzı nasıl tanımlıyorsunuz, daha önce kullandığınız bir yöntem mi?
Bu tarzı füzyon olarak tanımlıyorum. 1990’ların başından beri tiyatro oyunları da yazan biri olarak hep deneysel bir yazar oldum. Hep şiirsel form üzerine denemeler yaptım. Daha önce manzum romanlar da yazdım. Yazarken tüm noktalama işaretlerinden, gramer vs.’den kurtaran, çok özgürleştirici bir form.
Romanın, Türkiye de dahil olmak üzere 35 farklı ülkeden yeni okurla buluşacak olması nasıl bir duygu?
1989-90 yıllarında Türkiye’de yaşamıştım. Ölüdeniz’de bir kamp alanında kaldım. Bir arkadaşımla arabayla Avrupa üzerinden Türkiye’ye seyahat ettik. Ölüdeniz’den sonra Doğu Anadolu’yu arabayla geçip Kuveyt’e gittik, Hindistan’a gidecektik ama Kuveyt’ten dönmemiz gerekti. Dönüşte Ölüdeniz’de üç ay daha kaldım. İki sene önce aynı kamp alanını tekrar ziyaret ettim. Çok tatlı anılarım var Fethiye’de. Türkiye’de de çok güzel vakit geçirdim, çok heyecanlıyım Türk okurlarla buluştuğum için. ‘Kız Kadın Öteki’den önceki kitaplarım dört dile çevrilmişti. Şimdi tek kitabım 35 dile çevriliyor. Bu harika bir duygu, çok heyecanlıyım.
KIZ, KADIN, ÖTEKİ
Bernardine Evaristo
Çeviren: Ebru Kılıç
Doğan Kitap, 2020
484 sayfa, 59 TL.