Millî Eğitim Bakanlığınca okul yöneticilerine yönelik seminerler kapsamında İstanbul’da üçüncüsü düzenlenen Tarih, Kültür ve Medeniyet Bilinci Semineri’ne tüm Anadolu lisesi yöneticileri katıldı.
Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer, seminerin açılışında yaptığı konuşmada, fen ve sosyal bilimler lisesi okul yöneticilerinden sonra Anadolu lisesi yöneticileriyle İstanbul’da bir arada bulunmaktan mutluluk duyduğunu belirterek İstanbul’da yönetici akademisini kurduklarını, Türkiye’deki tüm okul yöneticilerini bir kez İstanbul’a getireceklerini söyledi.
Eğitimcilerin mutlaka İstanbul’a gelip İstanbul’u görmesi gerektiğini ifade eden Özer, tarihin canlı bir şekilde kalbinin attığı İstanbul’dan Türkiye’ye bakılması gerektiğini kaydetti.
Türkiye’de son 20 yılın eğitimde çok kritik bir döneme tekabül ettiğini belirten Özer, “Tüm kademelerinde bu memleketin evlatlarının, çocuklarının eğitime erişimi kolaylaştı. Bu dönem, eğitim literatüründeki karşılığıyla eğitimde kitleselleşme, evrenselleşme sürecidir. Beş yaştaki okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı, 2000’li yıllarda yüzde 11 idi. Yani 100 çocuğumuzdan sadece 11’i okul öncesi eğitime erişebiliyordu. Bugün bu oran yüzde 93’e çıktı. Ortaöğretimde yüzde 44 olan okullaşma oranı, yüzde 90’ların üzerine çıktı. Yükseköğretimde yüzde 14 olan net okullaşma oranı yüzde 48’lerin üzerine çıktı. Yani eğitim sistemimiz büyüdü. Şu anda 19 milyon öğrencinin olduğu dev bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Bizim eğitim sistemimiz yaklaşık 150 ülkenin toplam nüfusundan daha fazla öğrenciyi bünyesinde barındırıyor.” dedi.
Bu dönemin aynı zamanda 2000’li yıllardan önce devreye sokulan toplumsal mühendisliğin eğitime yansımalarının hasarlarının tedavi edildiği bir dönem olduğuna işaret eden Özer, “Eğitime erişimdeki en önemli engellerden biri, başörtüsü yasakları. Bu ülke bunu çok hızlı unuttu. Başörtüsü yasaklarından dolayı özellikle yükseköğretim aşamasındaki gençlerimiz, kızlarımız, kadınlarımız yurt dışına gittiler. O da imkânı olanlar gidebildiler. Katsayı uygulaması, imam hatip liselerinin ve mesleki eğitimin önünü kesmek için akademik olarak başarılı öğrencileri bu iki okul türünden uzaklaştırmak için katsayı uygulaması 1999 yılında yürürlüğe girdi ve 2012 yılına kadar bu ülkede katsayı uygulandı. Bu da bu dönem kaldırıldı. Yine başörtülü öğretmenlerin öğretmenlik yapabilme imkânı da bu dönem yerine getirildi. Yine imam hatip liselerinin dışındaki bu coğrafyada isteyen öğrencilere seçmeli ders olarak Kur’an-ı Kerim, peygamberimizin hayatı ve temel dinî bilgiler dersleri bu dönem kondu. Yani bu dönem iki boyutlu iyileşmenin gerçekleştirdiği bir dönem…” ifadelerini kullandı.
EĞİTİMDE KİTLESELLEŞME EVRESİNE GİRİLDİ
OECD ülkelerinin eğitimde kitleselleşme evrelerine 1950’li yıllarda yüzde 90’lara, çoğu ülke yüzde 100’lere eriştiğini belirten Özer, Türkiye bu sürecin 70 yıl gecikmeyle son 20 yılda gerçekleştiğini ifade etti.
Türkiye’de belli kesimlerin eğitime erişimini zorlaştırmak için her türlü manipülasyona başvurulduğunu, aynı kesimlerin tekrar ortaya çıkarak garip bir şekilde YKS sonuçları üzerinden eğitimle ilgili spekülasyonlar yaptıklarını dile getiren Özer, bu kesimlerin 20 yıl önce vatandaşın çocuklarının eğitim erişimini engelleyen zihniyetin 2022 yılı versiyonu olduğunu söyleyerek konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Peki, eğitim gerçekten kalitesiz mi? O zaman nereye bakacağız? O zaman uluslararası öğrenci başarı araştırmalarına bakacağız. OECD’nin yapmış olduğu 15 yaş grubundaki PISA araştırmasına bakacağız. Uluslararası eğitim araştırma kurulunun yapmış olduğu TIMSS 4 ve 8. sınıftaki matematik ve fen okuryazarlığıyla ilgili araştırma sonuçlarına bakacağız. Türkiye son 20 yılda girmiş olduğu PISA ve TIMSS öğrenci başarı araştırmalarında her döngüde bir önceki döngüden çok daha yüksek puan almış ve sıralamasını sürekli yükseltmiş. O halde problem yok. Eğitimin kalitesi sürekli artıyor ve son PISA araştırmasında OECD’nin raporu şunu gösteriyor; özellikle vurguda bulunmuşlar, diyor ki dünyada bunun örneği yok. Niye 15 yaş grubunda yapıyorlar, biliyor musunuz? OECD ülkelerinde zorunlu eğitim yaşı 15’tir. 15 yaştan sonra iş gücü piyasasına veya ileri eğitime geçiyor öğrenciler. Oraya geçerken ana dil, matematik ve fen okuryazarlığına nasıl bakıyor? Ülkeler kendi performanslarını gelişmiş ülkelerin performanslarıyla karşılaştırabilme imkânına sahip oluyor. Orada Türkiye’yle ilgili çarpıcı bir ifade var: ’15 yaşta öğrenci sayısını en fazla artıran ülke olmasına rağmen matematik ve fen okuryazarlığında puanlarını istatistiksel olarak anlamlı artıran birinci ülke Türkiye’dir.’ diyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Paris’teki görüşmesinde OECD Genel Sekreteri’nin Türkiye’nin eğitimde geldiği noktayı takdir ederek “Türkiye’nin bölgesindeki ve diğer ülkelere örneklik teşkil etmesi, ilham vermesi” anlamında sosyal medyadan bir mesaj paylaştığını anımsatan Özer, konuşmasına şöyle devam etti:
Son 20 yılda öğretmenlerimizin sayısı inanılmaz arttı, 500 bin civarında öğretmenden 1.2 milyon öğretmene geldik. 500 bin öğretmenin yüzde 40’ı kadın iken 1.2 milyon öğretmenin yüzde 59 – yüzde 60’ı kadın öğretmen. Artık bu ülke; farklı bir dil inşa ederek referansını kültürü, tarihi ve medeniyetinden alan, tüm hatalarına rağmen yeni bir dil inşa ederek ve vatandaşını ve lise türlerini imam hatip, fen lisesi diye ayırmadan oraya giden herkese eşit davranarak ve beşeri sermayesini güçlendirerek yeni bir dil inşasıyla yoluna devam ediyor.” diye konuştu.
Kovid-19 sürecinde yüz yüze eğitime kararlılıkla devam edilmesinde ve bu dönemin başarılı bir şekilde tamamlanmasında öğretmenlerin ve okul yöneticilerinin gayretlerine değinen Özer, bu sayede birçok projeyi başarılı bir şekilde tamamladıklarını, daha birçok başarılar elde edeceklerine inandıklarını söyledi.
Tarih, Kültür ve Medeniyet Bilinci Semineri’nin yapılmasındaki amaçlarına değinen Özer, İbni Haldun’un “Coğrafya kaderdir.” sözünü anımsatarak “Bu kaderimizi bir öğrenelim. Bu coğrafyada dil nedir, tarih nedir? Biz nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz? Buralarda ne olmuş, hangi mücadeleler verilmiş ve hâlâ hangi mücadeleler veriliyor? Hangi dil konuşuluyor? Bizim tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize ait bir dil mi? Yoksa bizim ablamız, kardeşimiz olsa bile farklı bir dil mi kullanılıyor ve bu dilin kullanılması için ne kadar emek verilmiş. Neler yapılmış? Bunları hep birlikte bir elden geçirelim istiyoruz. İşte bugünkü seminerden, seminerlerden muradımız budur. Kültürümüze bakış sağlamak, tarih ve medeniyet bilincimizle ilgili bir harmanlama yapmak ve oradan alacağımız enerjiyle, bilinçle yeni şeyler söyleyebilmek bu coğrafyada… Bu coğrafya, çok basit bir coğrafya, sadece bir kara parçası değil. Buranın yiğitleri var, gönül erleri var. Ebul Hasan Harakani Hazretleri var, Mevlâna, Sadrettin Konevi, Davud Kayseri, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayramı Veli, Hayrettin Tokadi, İsmail Hakkı Bursevi’si var… Burayı gönül coğrafyası yapmışlar. Bunları tanımamız gerekiyor. Ne demişler, hangi yollardan geçmişler? İşte eğer biz kültürümüzle, tarihimizle, medeniyetimizle bu bağlantıyı kurabilirsek eminim ki sadece Batılı anlamda ekonomik olarak kalkınmış bir ülke değil, aynı zamanda tüm dünyaya farklı şeyler söyleme potansiyeli olan bir ülke olacağız.”