Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Yargı mensuplarımızın hem ihtiyaçlarını karşılamak hem de yargımızı Avrupa’daki standartlara taşımak hatta onun da ilerisine götürmek bizim ana vazifemizdir.” dedi.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Türkiye Adalet Akademisi’nin Eğitim Dönemi Açılış Töreni’ne katıldı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, burada yaptığı konuşmasında, birinci sınıfa ayrılmış yeterinden fazla hakim ve savcıların olduğunu belirterek, “Bu alanda iyi eğitici olacağını düşündüğümüz çok kıymetli arkadaşlarımız var. Eminim ki yeni dönemde usta-çırak ilişkisi içerisinde birebir çalışan bir hakim, savcı yardımcılığı süreci ülkemize de hakim ve savcı yardımcılarımıza da çok şey kazandıracak. Burada çok önemli bir adım daha attık, yasayla hakim ve savcı yardımcılarımızın statüsünü, ne akademiye bıraktık, ne de atandığı hakime ya da savcıya bıraktık. Yasayla onların statülerini açık açık belirledik. Çünkü size saygın bir statüyü hakim ve savcı mesleğine kabulden önce de vermenin gerekli, önemli ve yararlı olduğuna inandığımız için bunu yaptık. Sizinle beraber çalışacak, daha doğrusu sizin yardımcılığını yapacağınız hakim ve savcılarımız da bu statüyü bilecek, bu statüye uygun bir değerlendirmeyi, bir çalışmayı, bir değer vermeyi de görev sırasında yapacaktır. Bu, bizim sistemimize hakim ve savcılık mesleğine kabulden önce çok şey katacağı gibi kabulden sonra da onların başarısına çok büyük katkı sağlayacaktır.” dedi.
Nitelikleri arttırmak için başka adımlar attıklarına da işaret eden Bozdağ, şöyle devam etti:
“Tabii birinci sınıfa ayrılma şartları arasına mesleği kabulden sonra en az üç defa meslek içi eğitime katılmayı zorunlu hale getirdik. Birinci sınıfa ayrılmak istiyorsanız en az üç meslek içi eğitime katılacaksınız. Katılmadığınızda birinci sınıfa ayrılma şartlarını taşımadığınız için birinci sınıfa ayrılma, değerlendirme havuzuna dahi bu eğitimlere katılmayanlar alınmayacaktır. Amaç, sürekli eğitimi mesleğin her anında ve her kıdemde, her yaşta hakim ve savcılarımızın almasını, hukuk sistemimizde, dünyada içtihatlarda gelişen değişmeleri, yeni kuralları, yeni düzenleri daha iyi kavramaları ve kararlarına bunu yansıtmaları bakımından buna ihtiyaç duyulduğundadır. Geçmişten günümüze, günümüzden de geleceğe doğru baktığımızda meslek içi eğitimin meslek öncesi eğitim kadar önemli olduğuna inanıyoruz, hatta daha önemli olduğuna inanıyoruz. Çünkü meslek içi eğitimleri zaman içerisinde biraz daha ihtisaslaştırmayı da hedefliyoruz. Neyi kastediyorum? Eksikler üzerinden eğitim yapmayın. Arkadaşlarımıza da söylüyoruz. Yani örneğin, bir savcı iddianame tanzim ediyor. Ama 100 tane iddianame tanzim etti, bunun 40 tanesi iade edildi. Biz bunları zorunda eğitimli çağıracağız. İddianame tanzimini demek ki tam usul ve esasa uygun yapamıyor. 100 tane iddianame tanzimini edip bunların yarısı iade edildiğinde ‘Gel diyeceğiz.’ Oturacağız, konuşacağız, eğitime bakacağız. Çünkü bunların hepsi çok kıymetli şeyler. Yaptığımız işlerde, Yargıtay’da, istinafta, onama, bozma, değerlendirme kısımlarına da bakarak teftiş sırasında ortaya çıkan durumlara da bakarak biz nerede yaramız varsa o yarayı tedavi edici bir eğitim sistemine de zamanın akışı içerisinde geçeceğimizi buradan ifade etmek isterim. Sadece eğitime katılmak isteyenlerin değil, bizim eğitim vermeye ihtiyaç duyduğumuz alanları ilan edip o alanda da eğitime ihtiyaç duyanları o eğitimleri alırsak eğitimi afaki değil, ihtiyacımıza göre planlamış, icra etmiş ve beklenen faydayı da en üst düzeyde sağlamış olacağız. Bunu çok önemsiyoruz ve ben genç hakim ve savcı adaylarımıza da şunu tavsiye ediyorum. Size de aynısını söylüyorum. Meslek içi eğitime girmekten çekinmeyin. Bu bir eksiklik, bir ayıp değil. Biri bizi eleştiriyorsa eğitime gitti diye eleştirsin. Biri bizi eleştiriyorsa ‘Falan konuda eksiği vardı da onu tamamlamak için gitti’ diye öyle dokundurarak laf sokuşturanlar yüzünden eleştirsin. Biz, eksiğimizi tamamlarsak kazanırız. Yanlışımızı görür düzeltirsek kazanırız. Bundan yana hiç çekinmeyin.”
Bakan Bozdağ, sürekli eğitim halinde olan ve herkesi kendinden daha bilgiye, daha bilgili olduğunu düşünenin, her hakimden, her savcıdan bir şey öğrenmeye kalkanın kendisine çok şey kazandıracağını ifade etti.
GECİKEN ADALET TARTIŞMALARI TÜRKİYE’MİZİN GÜNDEMİNDEN DÜŞSÜN
Yeni dönemde teftişte de büyük bir değişimi hayata geçirdiklerini hatırlatan Bozdağ, “1 Ocak 2023 itibaren 2 yılda bir zorunlu teftişi, rutin hale getiren adım attık. HSK 1. Dairemiz her yılın en geç ocağın ikinci haftasına kadar o yıl denetlenecek adliyeleri ilan edecek ve o süre içerisinde adliyelerimiz denetlenecektir. Bu denetim çok net söylüyorum, ayıp arayan, kusur arayan, eksik arayan bir denetimden ziyade yol gösteren, rehberlik eden bir denetim olacak. Esasında bir eğitim denetimi, yerinde arızaları görme, arızaları bulduğu zamanda tedavi etme, nasıl tedavi edildiğini de meslektaşlarımıza bir yönüyle öğretme, imkan ve fırsatı bulacaktır. Biz bunu da çok önemsiyoruz. Çünkü bunun sağlıklı işlemesi pek çok aksaklığı ortadan kaldıracaktır. İşlerimiz gecikmeden, aksamadan süratli bir şekilde yürüyecek ve bunu da teftiş sürekli gözeten, denetleyen bir yaklaşımla takip edecek ki işlerimiz saat gibi işlesin ve geciken adalet tartışmaları Türkiye’mizin gündeminden düşsün.” diye konuştu.
Bozdağ, pek çok davalarla ilgili bu anlamda çok ciddi eleştiriler alındığını dile getirerek, şunları söyledi:
“Burada vatandaşımızın, bizim, yasalarımızın, usulümüzün hepsinin az veya çok uzamada bir katkısı var. Biz uzamada yasalardan kaynaklanan sıkıntıları temizlemek için gayret ederken uygulamadan kaynaklanan sıkıntıları da hep beraber gidereceğiz. Yargıyı makul bir süre içerisinde biten bir yargılama sürecine soktuğumuzda adaletin zamanında tecellisi hem adalete olan güveni, yargıya olan güveni hem de yargı hizmetlerinden olan memnuniyeti en üst düzeye çıkaracaktır. Bundan sonraki süreçte de hükümet olarak yargı mensuplarımızın hem ihtiyaçlarını karşılamak hem de yargımızı Avrupa’daki standartlara taşımak hatta onun da ilerisine götürmek bizim ana vazifemizdir. Biz bunu gayretle ve samimiyetle yerine getirmek için uğraştık bundan sonra da bu uğraşımızı sürdüreceğiz.”
Adalet Bakanı Bozdağ, hakimlerin, savcıların kararlarının doğru olmasının çok kıymetli olduğuna dikkati çekerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Hakimlerimizin, savcılarımızın kararlarının doğru olması çok kıymetlidir. Hiç tartışmasız. Ama bilmek gerekir ki kararların doğruluğu kadar hakimin ve savcının da adil görülmesi, bilinmesi bir o kadar önemlidir. Eğer siz doğru karar verir ve bütün toplum sizi doğru görmezse kararlarınız ne kadar doğru olursa olsun, isabetli olursa olsun o kararlar saygınlık yaratmaz. Bir yandan doğru, adil karar verirken öbür yandan da adil olmanın gerekleri olarak adil görülmeye de hepimizin fazlasıyla riayet etmesinde fayda vardır. Ama bunu iyi değerlendirmek sizin elinizde nasılını onun mektebi yok. Okulu yok. Bu tamamen sizin kendi takdirinizle bu konuda belki çok başarılı, kıdemli hakimlerimizi örnek almanızla mümkün olabilir.”
Türkçe’nin çok muhteşem bir dil olduğunu belirten Bozdağ, “Güzellikleri yine hakeza tartışmasız. Yargı alanında yazılan kitapların Türkçesi de şimdi bozuldu ama bizim zamanımızdaki Türkçesi emin olun ya şairlerin Türkçesi kadar yarışır muhteşem Türkçeler var. Merhum Faruk Eren hocamızın, Sulhi Dönmezer hocamızın kitaplarını okuduğumda ben oradaki Türkçe’yle şairlerin Türkçesine baktığımda o öyle muhteşem bir Türkçe ifade tarzları var ki sizi hayran bırakıyor. Onun için bütün hakim ve savcı adaylarımıza diyorum ki, lütfen kararlarınızda, gerekçelerinizde Türkçe’nin lezzetini okuyan Türkçe’nin ihtişamını, Türkçe’nin güzelliğini hem fark etsin, hem de bunun zevkini alsın. Doğru bir dil kullanmak, meramı doğru anlatmak bakımından sizin elinizdeki en büyük güçtür. Uzun uzun cümleler kurmak sizi çok bilenlerin bile anlamasını zorlaştırır. Ben bazen okuyorum işte kamuoyunda tartışılan bir şey olunca virgül, virgül, virgül… Gidiyor. 2-3 sayfa, 4 sayfa. Neyi anlatıyor? İkinci paragrafta kopuyorsunuz. Böyle uzun uzun noktaları çok koyun, virgülleri azaltın. Millet kısa cümlelerle ve meramı net anlatın. Okuyan net anlasın. ‘Onu mu diyor, bunu mu diyor, şunu mu diyor?’ diye sizin bir ifadeniz üzerinde analizler çoğalıyorsa ve insanlar ‘her biri de doğru olur’ diyorsa siz Türkçe’yi doğru kullanmıyorsunuz demektir. Sizin dediğiniz net anlaşılmalı. Net anlamanın yolu da Türkçemizin kavramlarını doğru biçimde ve Türk Dil Kurallarına da uygun bir biçimde kullanmaktan geçiyor.” dedi.
HİÇ KİMSENİN BOZAMADIĞI, BOZAMAYACAĞI TÜRKÇE’Yİ KULLANIN
Bakan Bozdağ, şu anda hukuk dili konusunda maalesef Türkiye’de ciddi bir sorunla karşı karşıya olduklarını gördüklerini anlatarak, şunları dile getirdi:
“Hem bu yasama organı nezdinde de var, fakültelerimiz nezdinde de var, yargı nezdinde de var. Onun için de hukuk Türkçesine bizim çok çok daha ciddiyetle sarılmamız, ehemmiyetle bu meselede vazife almamız ve bu işe değer vermemiz gerekiyor. Türkçe’nin güzelliklerini, hukuk Türkçesi içerisinde çok daha muhteşem ifade edecekler ancak sizin gibi genç hakim ve savcı adaylarımızdır. Siz mesleğe başladığınızda Türkçe’nin kurallarının, uyguladığınız hukukun kuralları kadar kıymetli olduğunu asla unutmayın. Eğer Türkçe’mizin kurallarına riayet ederek kararlarımızı ve gerekçelerimizi yazarsak emin olun kamuoyunda tartışılan ve anlaşılmayan karar vermiş hakim ya da savcılardan biri olma gibi bir duruma asla düşmeyiz. Onun için de ben bütün hakim ve savcı adaylarımıza, lütfen Türkçe’mize değer verin. Lütfen Türkçe’mizi kurallarıyla dosdoğru kullanın, emek verin, kararlarınızdan Türkçe’nin güzelliğini, Türkçe’nin ihtişamını her okuyan bulsun, her okuyan görsün, ‘Ne güzel yazmış’ desin. ‘Hem kararı doğru, hem Türkçesi muhteşem’ desin. Bundan da biz övünç duyalım. Ben eminim ki genç hakim ve savcı adaylarımızın hukuk Türkçesini daha doğru bir ifadeyle kendi ana dilimiz olan Türkçe’mizi kararlarında güzel bir şekilde kullanırlar. Ben sizden böylesi bir güzelliği bekliyorum. Onun için de bu sosyal medyadaki Türkçe katillerine lütfen bakmayın. Uydurukçulara bakmayın. Türkçe’nin düşmanlarına bakmayın. Eline keser almış, bıçak almış herkes Türkçe’yi buduyor oradan buradan… Bu budayıcılara aldırmayın. Bizim öğrendiğimiz dil belli. Ana sütü gibi helal olan dilimiz belli, kuralları belli. Siz öyle ideolojik saplantılarla kavramlara anlam yükleyen olmayın. Atalarımızın, dedelerimizin, babalarımızın, annelerimizin yüklediği anlamları o kavramlara yükleyip öyle kullanın. Aksi takdirde sizin kullandığınız dilden, sizin ideolojik tutumunuza dair pek çok hüküm de çıkabilir. Çünkü maalesef dilimizi oynadılar, bozdular, ideolojiye göre kullanılan kavramlar ortaya çıktı. O kavramdan ‘Bak bu, şu’ diye tasnifler yapan insanları da görüyoruz. Buna izin vermeyin. Buna fırsat vermeyin. Dilimizin ortak kavramlarını kullanın. İdeolojilerin parçaladığı Türkçe’nin yargı diline hakim olmasına izin vermeyin. Hiç kimsenin bozamadığı, bozamayacağı Türkçe’yi kullanın. Zaman da bozamaz başkaları da bozamaz. Siz o bozulmayan ve bozulamayacak olan Türkçe’yi kullanırsanız, hem Türkçe’miz güçlenir, hem de adalete olan güven, yargıdan duyulan güven artar ve daha güçlü hale gelir.”
TECRÜBELİ OLANLARDAN ÖĞRENMEK BİZİ ZAYIFLATMAZ
Hakim ve savcı adaylarının tecrübe ve kıdeme değer vermesi gerektiğinin altını çizen Bozdağ, “Zaman zaman görüyorum. Burada çok ciddi bir eksiklik olduğunu fark ediyor ve gerçekten çok üzülüyorum. Biz, hakim ve savcı olduğumuzda Yargıtay Başkanıyla aynı statüdeyiz, O da hakim siz de hakimsiniz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da savcı siz de savcısınız. Hiç şüphe yok. Unvan olarak aynısınız. Ama bilelim ki kıdem, bilgi, tecrübe, birikim olarak aynı değiliz. Arada bir fark var. Bizim aradaki bu farkı görüp bizden daha iyi bildiğine inandığımız başsavcılarımızın, komisyon başkanlarımızın, ağır ceza reislerimizin ve kıdemli olanların bilgisinden, tecrübesinden, görgüsünden istifade etmekten çekinmeyelim. Bu, bizim için bir eksiklik, bir ayıp değildir. Eksik olan, sormadan yanlış karar vermektir. Ayıp olan, böyle kibir, gurur yapıp işin aslını öğrenmeden milletin hakkına, hukukuna aykırı karar vermektir. Kul hakkına girmek, birine sorsan doğru yapacakken sormadan enaniyetle hareket edip, eğri yapıp kulun hakkına girmektir. Sormak bizi zayıflatmaz. Tecrübeli olanlardan öğrenmek bizi zayıflatmaz. Onlardan istifade etmek sizi güçsüz hale getirmez. Her sorduğunuz şeyin cevabı sizi güçlendirir. Onun için de ben bütün genç hakim ve savcı kardeşlerime diyorum ki, her alanda tecrübeye kıymet verin. Bilin ki sizin yaşadığınız sorunları mesleğin başında sizin gibi yaşamış nice büyükleriniz var. ‘Ya bu işi hiç başına gelmemiştir’ diyebilirsiniz. Ama sizin yaşadığınız sorun belki onlarca, yüzlerce kişinin başına gelmiş ve o soruna yine onlar bir çözüm üretmiş. Siz o çözümü bilseniz o sorun sizin nezdinizde sorun bile olmayacak.” ifadelerini kullandı.
Bozdağ, “Bunların hepsini edep, ahlak hukuk içinde kalmak ve saygı sınırlarını daima muhafaza ederek yapmak, sizi de bizim yargı görevi yapanlarımız arasındaki sevgi ve saygıyı da daha da büyük hale getirir. Buna lütfen özen gösterin.” değerlendirmesinde bulunarak, saygı, sevgi, ahlak, hukuk kurallarına riayetin, riayet edeni güçlendirir, etmeyeni zayıflatacağını aktardı.
ADALETİN KAPISI HAKİM VE SAVCILARIN KAPISIDIR
Hakim ve savcının, halkla ilişkiler kurmaktan korktuğu zaman adil bir davranışın ortaya konamayacağını vurgulayan Bozdağ, şunları kaydetti:
“Avukatla görüşmüyor. Niye görüşmüyorsun? ‘Tarafsız, bağımsızlığım zedelenir. Falan filan der, filan şunu der.’ Bilin ki sizin verdiğiniz kararlara göre değerlendiriyor insanlar. Kararlarınız adil olduktan sonra istinaftan geçtikten, Yargıtay ve Danıştay’dan geçtikten sonra sizin kiminle görüştüğünüzün bir kıymeti var mı? Ama bakıyorum pek çok yerde işte kapısına yazı yazıp ‘Avukatla görüşülmez’ diyen yazı yazan maalesef meslektaşlarımız çıktı. Hakim olabilir mi böyle biri? Hakim olamaz. Ama mesleğe girmiş. Halkın hakimisiniz. Siz devlet adına, Cumhuriyetin savcısısınız, Cumhuriyetin hakimisiniz. Ama bu Cumhuriyetin sahibi de Türk halkıdır, Türk milletidir. Siz Türk milletinin, Türk halkının hakimi ve savcısısınız. Onlara saygı, onlara hürmet, bizim de vazifelerimizden bir tanesidir. Yüz yüzelik ilkesini sadece sanığın gözünün içine bakmak, yüzüne bakmak gibi alırsak doğru yapmış olur muyuz? Bir kesime göre oluruz. Çünkü yüz yüzelik gerçekleşiyor. Ama bir de size meramını anlatmak isteyenler olur. Lütfen kulağınızı, ‘Ben hakime derdimi anlatmak istiyorum’ diyenin sesine verin. Onun gözünün içine bakın. Onlara görüş söylemeyin, yol göstermeyin. Siz karar verirsiniz. Ama size derdini anlatmak istiyorsa bir anne, bir baba veya herhangi birisi gelsin size anlatsın derdini. Emin olun size anlattıktan sonra sizin kararınız onun yüzde 100 aleyhine olsa bile onun sizin adaletinize olan güveni yüksek olur.
Verdiğimiz kararlar kadar vatandaşın adalet ve hak arayışında size ulaşmak istediğinde ulaşılabilir olmanız, size meramını anlatmak istediğinde meramını dinleyen olmanız emin olun yargıya olan güveni de adalete olan güveni de size olan güveni de yükseltir. Kapınızı halka kapamayın. Tarafsızlık, bağımsızlık, halka küsmek, kapıyı kapatmak, avukatla görüşmemek değildir. Bunu söylemek ilkellikten başka hiçbir şey değil. Bu yanlış anlayışı bir türlü tasfiye edemedik. Ama ben bir kez daha buradan ifade ediyorum, ifade etmekten de vazgeçmeyeceğim. Çünkü biz adaletin kapısı, yargının kapısı herkese açık derken esasında dediğimiz şey şu, hakimlerimizin, savcılarımızın kapısı herkese açıktır. Yoksa adliyelerin kapısının açık olmasının bir kıymeti yok. Oraya gelen kişi size geliyor, sizin kapınızın açık olması adaletin kapısının açık olması anlamına gelir. Vatandaşın size ulaşması adalete ulaşması, yargıya ulaşması anlamına gelir. Size ulaşamazsak, sizin kapınız açık olmazsa o zaman adaletin kapısını kapayıp, kapının arkasında oturan hakim ve savcı olmaktan fazla ileri gitme şansınız olmaz.
Onun için de değerli hakim ve savcı adayı kardeşlerime diyorum ki lütfen adaletin kapısını açık tutun. Adaletin kapısı sadece adliyenin kapısı değil esas adaletin kapısı hakim ve savcıların kapısıdır. O kapıyı halka kapatan, adaletin kapısını halka kapatmış olur. Bu hak değildir. Bizim vazifemizin gereği hiç değildir. Milletin vergilerinden verilen para sadece dosyada hüküm vermek için değil aynı zamanda adalet arayışında olan herkesi dinlemek içindir. Yargı sürecinde de yargı süreci dışında da siz dürüst olursanız kimse size çamur atamaz. Atsa bile hiçbir çamur sizi kirletemez. Ama siz kirlenirseniz kapınızı kime kapatırsanız kapatın o kir sizi perişan eder. Onun için halkla görüşmek hakim ve savcıyı kirletmez, adaletine gölge düşürmez, itibarını sarsmaz. Hakim ve savcıyı kirleten şey ahlakın dışına, hukukun dışına çıkmaktır. Eğer ahlak ve hukukun dışına çıkarsanız sizi hiçbir şey temizleyemez. Kapıları tüm kapatsanız da sizi ahlak ve hukuk dışına çıktığınızdan dolayı zora sokacak şeyleri kimse engelleyemez. O yüzden halkla ilişkilere de genç hakim ve savcı adaylarımızın hayatları boyunca önem vermesini ben özellikle istirham ediyorum. Ama bir şartla, ölçü, ölçü, ölçü… Bu ilişkide ölçüyü elden bırakmayacaksınız. Çünkü adaletin bir adı da ölçüdür. Sosyal ilişkilerde de size meramını anlatanları dinlerken de ölçüyü elden bırakmayın. Ölçüyü elden bırakırsanız o ölçüsüzlük size de size meramını anlatana da zarar verir. Ölçülü olmak, ölçüyü muhafaza etmek son derece önemli.”